Bursa Fen Lisesi
Mekteb-î Efsane: Bursa Fen Lisesi
Sene ’98. Fen Lisesi sınavı yapılmış, sonuçlar açıklanmış ve nihayetinde rüyaları süsleyen okula giriş vizesi alınmıştı. Daha önceki senelerde yapılan ÖYS ve ÖSS’de dereceye girenleri barındıran bu okul, aynı zamanda olimpiyatlarda madalya üzerine madalya kazandıran bir maziye de sahipti. Türkiye’nin dört bir tarafından gelen zehir gibi öğrenciler ve velileri okulun önünde toplanmış ve müthiş bir hengâme eşliğinde okula kayıtlarını yaptırıyorlardı. Liseye başlamanın verdiği o tatlı heyecan tüm öğrencileri adeta sarmalıyor, bir yandan da yoğun bir döneme giriş için hazırlıklar tamamlanıyordu.
Kayıtların bitip velilerin memleketlerine geri dönüşü ile birlikte, çoğunluğu ilk defa ailelerinden ayrı kalacak olan öğrenciler yatakhanelerine yerleşmeye başlamışlardı. Nam-ı diğer “koğuş”lar, halıflekslerle döşeli olduğundan konforlu görünüyor, altlı-üstlü ranza yerleşimi ile birlikte, az alanda fazlaca kişi barınabiliyordu. Ayrıca koğuşta bulunan giysi dolaplarına ek olarak nevale dolaplarının olması da, akşamları bol bol acıkacağımızı gösteren en önemli işaretlerdendi.
Bir süre geçtikten sonra koğuşa 7-8 kişinin katılımıyla üst dönemlerden ufak bir baskın yapıldı. Hem yeni girenlere okulun kurallarını öğretmek, hem de hemşerisi olup olmadığını araştırmak için gelen bu güruhun sonradan okulun ağır abileri olduğunu, hatta okul yönetiminin dahi bu kişilere oldukça fazla önem verdiğini öğrenecektim. Koğuştaki tanışma faslının sonunda okulun aslında Bursalı öğrencilerden daha çok, bir Türkiye mozaiğini barındırdığını çok net olarak idrak etmiştim.
Yatağıma ilk defa uzandığımda üst ranzanın alt suntasına kurşun kalemle yazılmış küçük notlar gözüme ilişmişti. Okulun kuruluşundan itibaren o ranzada yatan onca kişinin hayallerini süsleyen üniversitelerin ve bölümlerin isimleri adeta bir sükût-u hayal gibi ranzada cirit atıyor, üst dönemlerin yaşadığı onca stresi bir zaman tünelinde görüyor gibi hissediyordum. Nihayetinde gözlerim yavaş yavaş uykuya yenilirken; üstte yatan kişinin bir sağa bir sola dönmesiyle ranza bir o yana bir bu yana sallanıyor ve koğuşa müthiş bir gıcırtı sesi hükmediyordu. Gece boyunca oluşan bu sesin oluşturduğu o muhteşem müzik resitaline horlama sesleri de koro halinde eşlik ederek adeta dev bir orkestra gibi ortamı ahenklendiriyordu. Arada trompet kıvamında çıkan osuruk seslerini de sayarsak aslında oluşan bu melodilerin ilk gece için pek de fena sayılmadığını söyleyebilirdim :)
İsmetiye’ye vuran muhteşem gün ışığı demetleri ve horoz sesleri eşliğinde nihayetinde ilk geceyi devirmiştim. Tam göz kapaklarımı açmamla, odaya hışımla iri yarı, heybetli, gözlüklü ve kel bir adamın girivermesi bir oldu. “Ula kalkın ula, daha ilk günden bu kadar uyunur mu?” nidalarıyla dolaplara o kocaman elleriyle vuruyor, parmağındaki yüzükten ötürü her vurduğunda oluşan metal sesi kulaklarımızı adeta tırmalıyordu. Hademe sandığımız bu kişinin aslında okulun efsaneleşmiş Fizik hocası ve müdürü Hakkı Baba olduğunu sonradan öğrenecektik.
Pazar akşamı yemekte verilen barbunyanın bir eseri olan bol karbonmonoksitli bir geceden ve sabahki uyandırma faslından sonra ilk günün epey eğlenceli geçeceğini çok iyi anlamıştım. Kahvaltı için gittiğimiz yemekhanede çayın metal bardaklara konulması ile birlikte sıcak çay içmek isteyen herkesin adeta eli yanıyor, içemeyenler ise bir süre bekledikten sonra “ice tea” niyetine çaylarını yudumluyorlardı.
Kahvaltı sonrasında tören alanına gidip beklemeye başlamıştık. Lise 2 ve 3’lerin müthiş tezahüratlarıyla tören alanına gelen nev-i şahsına münhasır okul müdürümüzün öğrenciler tarafından oldukça fazla sevildiğini hemencecik anlamıştık. Hakkı Baba’nın yeni başlayanlar için bazı öğütlerde bulunmasından sonra ders çalışmanın önemini anlatmak için söylediği o maniyi hayatı boyunca hiçbir Bursa Fen’linin unutması zannımca mümkün değildir :)
Madem geldik dünyaya,
Çalış Fizik Kimya’ya!
İlk günü atlattıktan sonraki günler hem bol eğlenceli hem de dolu dolu geçmeye başlamıştı. Her gün yeni bir kural öğreniyor ve bilgi dağarcığımıza yeni bilgileri ekliyorduk. Okulda yaşanan rutinlere biz de alışıyor ve yavaşça kaşarlanıyorduk. Yemekhanede sıra kavramının sadece dönem içinde geçerli olduğunu, üst dönemlerin isterlerse alt dönemlerin önüne geçebileceğini öğrenmemiz fazla vakit almamıştı. Pazartesi öğlen yemeğinde çıkan kuru fasülye-pilav-ayran üçlüsüyle beslendikten sonra girdiğimiz derslerde göz kapaklarımızı açık tutmak için oldukça fazla efor sarf ettiğimizi söylemeye gerek yoktur heralde. Perşembe günü çıkan nar gibi kızarmış tavuk mönüsü ise en değme gurmeleri dahi kıskandıracak bir lezzette olup, belki de gastronomi tarihine geçmiş bile olabilirdi. Öte yandan, Ramazan sahurlarında verilen cantık, oruç tutmayanları dahi sahura kaldıracak kadar eşsiz lezzetteydi. Özellikle Pazar günleri çıkan türlü ve musakka gibi tutulmayan yemeklerin olduğu gün ise İsmetiye’deki muadil gurme mekanları dolup taşar, acıkan karınlara şifa niyetine en lezizinden köfte, lahmacun ve kazandibi yenirdi. Akşamları da memleketlerinden kargo ile nevalelerini alan arkadaşlar koğuştaki diğer arkadaşlarıyla bu lezzetleri paylaşır ve Türkiye’nin en değişik lezzetleri hoş sohbetler eşliğinde tadılırdı. Tüm bunlara rağmen doymayanların uğrayabileceği yegâne yerse okulun kantiniydi. Burası öğrencilerin karınlarını doyurabileceği bir yer olmasının yanında aynı zamanda sosyalleşme açısından da en nezih yerlerden birisiydi. Dileyenler televizyon izleyebilir, hatta bilardo dahi oynayabilirdi. Tabii ki eğer o gün kantin, bir mevlüt ya da düğün için kiralanmamışsa…
Tüm bu sosyalliklere ek olarak akşamları yapılan maçlar, masa tenisi turnuvaları, koğuşlarda yapılan geyik muhabbetler ve şakalar, ankesörlü telefon çaldığında cevap verip aranılan kişinin ismini bağırmacalar, kaçak olarak girilen bilgisayar odasında oynanan matrak bilgisayar oyunları; Fizik, Kimya ve Biyoloji laboratuvarlarında yapılan akla zarar deneyler ve etüt salonlarında sabahlanılan geceler… Bunların her biri Bursa Fen’in rutinleriydi. Tabi arada çıkan en orijinalinden zihn-i sinir anekdotları saymazsak… Unutamadığım anılardan birisini bu bağlamda anlatmak isterim: Soyadımın orijinalliğinden midir bilemiyorum; okulda bana adımla değil, daha çok soyadımla hitap ederlerdi. Bu sebeple sürekli “Haki” olarak seslenilirdim. Yine bir gün koğuşta 10 kişi sessiz sakin ders çalışırken bir arkadaşım “Haki, bir şeyi merak ediyorum: Sana evde de Haki mi diyorlar?” demesiyle beynimin “Fatal Error” vermesi bir oldu. Koğuş dumur olmuş bir şekilde donakalmış ve akabinde herkes kendini gülmekten yerlere atmıştı. O arkadaşımın şu an Hacettepe mezunu bir uzman doktor olduğunu da özellikle belirtmek istiyorum :)
Çoğu kişi memleket hasretiyle yanıp tutuşurken aslında derslerin yoğunluğundan ötürü zaman çok çabuk geçerdi. Okulun en zor dersi olan Kimya dersinin piri Hanifi Yurduseven ile periyodik cetveli ezberler ve sınavlardan aldığımız puanları ancak şehirlerin plaka numaralarıyla öğrenirdik. Ali İhsan Ulu ile dünyanın en orijinal coğrafi bilgilerini keşfeder, rutin olarak sınıfın 11 ve 17. sırasındaki kişilere sorduğu sorularla sınıfça şenlenirdik. Ali Fuat Demirtaş, nam-ı diğer AFD ile kromozomların en ince detaylarına kadar dalar, moleküler biyolojinin kitabını yazardık. Hasan Şengün ile sağlıklı yaşamın formülünü öğrenirken Nasip Hasan Hoca ile de polinomların katsayılarını çözerdik. Kadir Atman’la tarihin en derin olgularının şuuruna varırken, aynı zamanda Osmanlı’nın kudreti eşliğinde maziye gömülürdük. Son olarak assolistimiz Perfunde Efe sahneye çıkar ve bestelediği o enfes marşı hep beraber söyleyerek haftayı sonlandırırdık.
Demokrasi yolunda yükselen halkın sesi,
Uygarlığın yolunda Bursa’nın Fen Lisesi.
Bunca hocamızın yanında aşçımız Zennure teyzeyi ve hem kantincimiz, hem arşivcimiz, hem de kütüphanecimiz olan ve her işimizde bize yardımlarını esirgemeyen Murat abimizi unutmamız ne mümkün?
Gelelim okulumuzun efsanesi Hakkı Baba’ya:
Bir hocamız okula ilk geldiği günü anlatıyordu. “Okula ilk gelişim, bahçeye girdim. Girişte elinde kürekle harç karan bir amele gördüm. Ona müdürün odasının nerede olduğunu sorunca adamcağız tarif etti. Müdür odasına girdiğimde içeride kimse yoktu; ben de oturup beklemeye başladım. Derken müdür geldi ve içeri girdi. Bir baktım karşımda aynı adam. Meğerki girişte karşılaştığım kişi Hakkı Baba’ymış. Zannım o ki, bu dünyada müdürü olduğu okulun her türlü tadilat ve tamirat gerektiren işlerini bizzat kendisi yapan tek kişi Hakkı Baba’dır.”
Hakkı Baba’nın, öğrencileri eleştirme ve onlara kızma yöntemleri de takdire şayandır. Tuvaletlerin pisliğini görünce “Ula Tübitak’ta Geometri madalyaları alıyorsunuz, daha tuvalet deliğine isabet ettirmeyi bile beceremiyorsunuz” demesi akıllarda yerini alırken; koğuşları gezerken gördüğü çekirdek kabuklarından dolayı çekirdek çitlemeyi yasaklaması da tarihin tozlu raflarında yerini alacaktı. Ancak disiplin konusunda raks etmeye çalıştığı öğrencileri bu yasağa karşı savaş ilan edecek ve müdür odasının önüne döktükleri kocaman çekirdek kabuğu yığını ile ertesi günün sabahında Hakkı Baba’ya tuzlu bir sürpriz yapacaklardı.
Efsane müdür Hakkı Baba’nın en önemli özelliği nev-i şahsına münhasır olmasının yanında aynı zamanda “demokrat” olmasıydı. Okul ile ilgili alınacak bir kararda okul idaresini ve öğrencileri kantinde toplar ve kararın ortak olarak alınmasını sağlardı. Bu şekilde öğrenciler okul yönetiminde söz sahibi olurlar ve diledikleri gibi fikirlerini özgürce paylaşabilirlerdi. Hakkı Baba tüm mütevaziliğine rağmen, yakından baktığınızda pür, derin, diğerkâm, nazik, cömert, kalender ve misafirperver bir Anadolu insanı olması ile okulumuzun adeta efsaneleşmiş bir yılmaz şövalyesi olarak tarihe ismini yazdırmıştı.
Aradan geçen onca senenin verdiği nostaljik duygu ve akıllarda kalan güzel hatıraların yüze aksettirdiği tebessüm ile birlikte bir mezunlar gününe daha gelmiş bulunuyoruz. Bu vesile ile tüm Bursa Fen’li mezunlara, ismini sayamadığım emektar hocalarıma, arkadaşlarıma ve öğrenci kardeşlerime selam olsun!
Cemal Haki’98
Sevgili Cemal,
Bir arkadasimin onerisi ile sayfana baktim (Ataturk resimleri icin). Cok ilginc buldum. Ayrica bir Fen Liseli kardesimiz oldugunu gormek hos bir surpriz oldu. Islerinde basarilar, hobi alanlarinda keyifli ugraslar diliyorum. Enerjin ve gulumsemen sonsuz olsun.
Fusun Okten Erkel – Ankara Fen Lisesi 1970